Emperyalist-kapitalist sistem 1980’li yıllarda ithal ikameci politikalarını terk ederek, gümrük korumacılığını kaldıran ihracat ekonomisi politikalarına yönelerek, yeniden yapılanma sürecine girdi. Ülkemizde bu süreç 24 Ocak kararları ile başladı. 12 Eylül faşizmi ile devrimci halk muhalefeti susturularak bu uygulamalar tek yanlı olarak hayata geçirildi. 1990’ların başında “reel sosyalizmin” çöküntüye uğraması ile birlikte emperyalizm “yeni dünya düzeni”ni ilan ederek “küreselleşme” politikalarını uygulamaya koydu. Bu dünya halklarının emperyalist metropollere askeri-ekonomik ve siyasi anlamda uyumlu kılınması anlamına gelmekteydi. Bu entegrasyona uymayan, bu sürece girmekte ayak direyen, denetime girmeyen ülkeler, terörist ülke olarak cezalandırıldı/cezalandırılmakta.
Yeni dönemde olağan üstü gelişen mali sermaye, ulusal sınır tanımayan dolaşım ve akışkanlık arz etmektedir. ABD ise bugün, mevcut mali sistemin kurduğu dünyanın jandarmalık görevini her gün güç kaybederek de olsa sürdürür görünmektedir.
Ülkemiz gibi yeni sömürge ve sömürge ülkelerin emperyalizme bağımlılığı daha da artmıştır. İç ve dış borçlanmaya, faize dayalı ekonomik politikalar, Türkiye’yi emperyalizme daha bağımlı hale getirmiştir. Zorla ucuz emek cenneti yaratılarak, emekçi, ezilen halklar ağır bir şekilde yoksullaştırılmış, çeşitli yasal düzenlemelerle ( 4C, 4B vs.), emekçilere güvencesiz çalışma koşulları dayatılmıştır.
Emperyalist sistem ve bağımlı ülkeler ağır bir kriz içerisindedir. Emperyalistler bunalımlarının çözümünü, krizi bağımlı ülkelere aktarmakta bulmaktadır. Oysa krizin ağırlığı sömürge ülkelere aktarılarak çözülecek aşamaları geçmiş, kriz emperyalist birlikleri dahi tehdit eder noktalara ulaşmıştır. Gelişmiş kapitalist ülkelerde dahil olmak üzere kapitalizme karşı öfke giderek artmaktadır. Savaş artık her an heryerde olabilecek bir olgu olarak sömürge halklarının başucunda beklemektedir. Yerkürenin önemli bir bölümü tüm “barış ve istikrar” telkinlerine rağmen çatışmalar ve savaşlarla çalkalanmaktadır.
Kısaca belirtmek gerekirse, emperyalizm dünya emekçi halklarının başında bir bela durumundadır ve bundan kurtulmak bir zorunluluktur.
* * *
Yeni sömürgecilik ilişkilerinde emperyalist-kapitalist ilişkiler, herkesin gözle görebileceği bir biçimde içsel olgu halindedir. Bağımlılık hat safhadadır. İşbirlikçi oligarşik ittifak, tekelci burjuvazi ve mali sermayenin öncülüğünde devam etmektedir. Spekülatif ekonomik politikaların her biçimiyle yaşadığı ülkemizde rantiyeleri, aynı yönetsel erk içerisinde tanımlamak gerekmektedir. Oligarşik erk yönetsel biçimde, faşizm uygulamaktadır. Nitekim, baskı, şiddet, talan politikaları uygulanmadan, emekçi halkları yönetmek mümkün değildir.
Emek ve sermaye çelişkisi ise, en sert biçimlerde yaşanmaktadır. Burjuvazi her alanda bunalım ve kriz yaşamakta bunu uyguladığı baskı ve şiddet politikaları ile çözmek istemektedir. Burjuvazinin bütün değişim, dönüşüm ve açılım edebiyatlarına rağmen, halkın hak ve özgürlüklerini özgürce kullandığı bir demokratikleşme mevcut siyasal atmosferde boş bir aldatmacadan ibarettir. Bu ancak, ezilen halkın devrimci demokratik bir içsel öncülüğünde, iktidar mücadelesi ile gerçekleşebilir.
Bu da ;
Direnme, bir direniş hareketini yaratma ve politik iktidarı hedeflemeyi bize bir görev olarak dayatmaktadır. Bunun anlamı, politik iktidar hedefinin adının Demokratik Halk İktidarı olması demektir. Sınıflar mücadelesini böyle algılıyoruz. Politik önderliğimizi; direnişçi, birleşik sınıf mücadelesini örmeyi hedefleyen ve bu doğrultuda mücadele yürüten bir gelişim seyri içerisinde somutlayabiliriz.
* * *
Demokrasi mücadelesinin kazanımı bir yönüyle, Kürt sorununun çözümünden geçmektedir. Kürt özgürlük hareketi bir gerçekliktir. Kürt halkının demokratik talepleri için mücadelesi günümüzde kıyasıya bir şekilde yaşanmakta ve devletin sürdürmekte olduğu savaşın faturası emekçi halklara çıkarılmaktadır. Bizler halkların kardeşliğini savunmalı ve örgütlemeliyiz. Halkların eşit, özgür koşullarda, gönüllü birliktelik içerisinde beraber yaşamasını savunmalı ve talep etmeliyiz. Kürtlerin gönüllü birlikteliği olmadan yapılacak bir arada yaşam çağrısı kendi başına anlamsız olacaktır. Bu doğrultuda Kürt ve Türk emekçilerin özgür iradesini esas alan, eşitlikçi ve özgürlükçü, halkların politik iradelerini tanıyan, bir çerçevede bu süreç örülebilir. Ancak unutmamalıyız ki Kürt sorununun nihai çözüm yolu, bu coğrafyada “Demokratik Halk İktidarından” geçmektedir. Sistemin kırmızı çizgileriyle çizdiği sınırlar bellidir ve bu sınırların içerisinde halkımızın ihtiyaçlarının karşılanması mümkün değildir.
“Batı Yakası”nda sınıflar mücadelesini yükselterek mücadele anlamında aramızda genişlemiş olan açıyı daraltabilir yaşanan ruhsal kopuşma sürecini engelleyebiliriz. Kürt sorununun çözümünde ancak böylesi bir tarzla müttefik olunabilir. Kirli savaşa karşı çıkmak, savaş bütçelerine hayır diyebilmek, insan hakları ihlallerine dur diyebilmek, yargısız infazlara karşı çıkabilmek, Kürtlerin doğal haklarını onları yok sayarak ve kırıntı düzeyinde verilmesine karşı çıkmak, “güncel” görevlerimiz arasındadır. Bu amaçla somut önermelerle platformlar örgütlemeliyiz. Aynı zamanda emekçi halkımızın mücadelesinin örgütlenmesi amacına hizmet eden bir tarzda ele almalıyız. Kalıcı kazanımları elde etmenin yolu böylesi bir çiziden geçmektedir.
* * *
Sınıflar mücadelesi platformunda emek ve sermaye çelişkisini emekten yana uzlaşmaz bir mücadele ile emekçilerin ve işçilerin iktidarını hedefleyen anlayış “Bağımsız Sınıf Hareketini” yaratmayı esas almalıdır. Bağımsız işçi sınıfı hareketi iktidarı hedeflerken sınıfın “politik öncüsüne” ideolojik yönden bağlanır. Bu etkileşimde sendikalarda emekçilerin bağımsız sendikal mücadele ve sendika oluşturmaları yönünde tavır takınılmalıdır. Bağımsızlıkla kastımızı sistem lehine tüm unsurlar karşısında bağımsızlaşmaktır. İdeolojik bağımlılık elbette gereklidir bundan kastımız, mücadeleyi etkileme, yönlendirme, etkileşme olarak algılanmalıdır. Zaten bu yan pazarlık konusu yapılamaz. Mücadeleyi yönlendirme kimsenin tekelinde değildir. Doğru mücadele hattı ve programları önerebilen politik öncü ve onun sendikalarının içindeki dinamikleri gerekli önderlikleri yapabilirler. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken son dönemde sendikalarımızda geniş bir yelpaze oluşturarak ortaya çıkan reformist sendikal anlayışlara ve sarı sendikacılığa pirim verilmemesi gereğidir. İcazetçi, uzlaşmacı politik mücadele platformundan kitleleri soyutlayan reformist sendikal anlayışa ve sarı sendikacılığa karşı sendikalarımızda devrimci demokratik bir platform oluşturma gayreti içerisinde olmalıyız. Sendikal mücadelenin mümkün olmadığı durumlarda ise, fiili emek örgütleri kurmayı hedeflemeliyiz.
Sınıflar mücadelesinde yerimiz, fiili ve meşru mücadeleyi militanca uygulamaktır. Mücadelenin örgütlenmesinde “demokratiklik” esas alınmalıdır. Hak verilmez alınır ilkesini kitlelere benimseterek bir kültür olarak sahiplenilmesi için azami çabayı göstermek zorundayız. Sınıf ve kitle mücadelesini üretenlerin yöneten olduğu, tabanın; söz, yetki, karar sahibi olduğu her daim vurgulanıp, gereğine uygun davranılmalıdır. Keza; faaliyetlerimizde, önderliğimizi özgün kılan yön bu olmalıdır.
* * *
Eksik olan sisteme alternatif bir bağımsız örgütlenmenin bugünün şartlarında yaratılmasıdır. Devrimci Yolda Özgürlük varlığı ile bu eksikliğin giderilme çabasının adıdır. Şüphesiz belirleyici olan hareketin pratik politik faaliyetleridir. Ancak temel siyasi görev “devrimci hareketin yaratılması” olmalıdır diyenler yani bizler, sınıflar mücadelesi zemininden yaratacağımız politik-pratik yanıtlarla bu süreci örgütleyeceğiz.
Bugün ülkemiz gerçeklerine denk düşmeyen siyasallaşma eğilimleri, bir siyasi güç oluşturma mantığı ve devrimciler “yasal partiler oluşturmalı, politik faaliyetler böyle sürdürülmelidir” görüşleri oldukça güçlüdür.
Bize göre bu görüş kendimizi inkar anlamına gelmektedir. Bizleri reformist anlayışlarla bütünleştirme mantığıdır. Devrimci anlamdaki görevlerimizden koparma, teslimiyet ve oportünizmi önerme mantığıdır. Devrimciler kendilerine çizilen sınırları çalışma sathı olarak kabul etmezler.
HAYIR! Bunların hiçbiri gerçekleşmeyecektir. Kirlenen siyasal zemin arınacak, devrimci düşüncelere sahip çıkılacaktır. Ete kemiğe dönüştürülmek istenen bağımsız devrimci faaliyet yegane teminatımız olacaktır.
Biz köklü bir geleneğin temsilcileriyiz. Geleneğimizi tüketmeye yönelik, onu revize etmeye yönelik, her oluşuma karşı ideolojik mücadeleyi yapacağız Bu politikamızı örgütlemek ve yaygınlaştırmak bir zorunluluktur. Geleneğimiz içindeki direnişçi unsurların bugüne kadar yaşadığı saldırılar herkes tarafından bilinmektedir. Oligarşi 12 Eylül öncesinin tecrübesiyle devrimcilere yaşama hakkı tanımak istememektedir. Oysa, biz Mahirlerin, Cevahirlerin, Hıdır’ların, Özenç’lerin Temel’lerin mirasçılarıyız.
Bunun için bizler, devrimci olan ve emekçi halkların özgürlüğünü ilke edinen tüm insanlar ve örgütlerle dostuz. Ancak bu saydığımız ilkelerin dışında bulunan ve aktif karakter taşıyan unsurlara karşı göstereceğimiz simetrik tavır da bu konudaki kararlığımıza, ilkeliliğimize yakışır olacaktır.
Büyük devrimci önder Mahir Çayan’ın bizlere bıraktığı her koşulda emperyalizme oligarşiye ve faşizme karşı mücadele etme mirasının bugün de yarın da tek seçenek ve tek yol olduğu gerçeği bizim devrimci ışığımızdır.
Devrimci iradeyle mücadeleyi savunan bizler, yoksulluk ve baskı politikalarına karşı topyekün mücadele etmek için somut koşulların somut tahlilinden hareketle tarihimizin ve insan olma sorumluluğumuzun gereği olarak önümüze çıkacak tüm araç ve ilişkilerle devrim ve sosyalizm mücadelesini devrimci bir yaşamla sürdürerek tarihi yapanlar olacağız.