İçeride ve dışarıda kural tanımaz anti-demokratik gerici bir politika izleyen AKP iktidarı, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından devleti “yeniden inşa etme” hedefini, yani padişahlık rejimini 16 Nisanda yapılacak olan anayasa değişiklik referanduma bağlamış durumda. OHAL sayesinde İşçi sınıfı ve emekçiler kıskaç altında tutan, demokratik hak ve özgürlükler tümden yok eden ve en ufak bir hak talebi ve mücadelesini jandarma ve polis saldırısı, tutuklama terörüyle ezip dağıtmayı hedefleyen AKP, her fırsatta Osmanlı hayranlığını dillendiriyor.
Haliyle buna ulaşmanın yolu; yeni anayasada yapılacak başkanlık yolunu açan değişiklik paketinin kabul edilmesi ve bir yerde OHAL rejiminin süreklileştirilmesinde geçiyor. Bunun için AKP iktidarı tüm gücünü anayasa değişiklik paketinin evet oylarıyla onaylanmasına hasretmiş durumda. Başkanlık rejimine hayır diyerek karşı duran muhalifler, AKP iktidarınca adeta şeytanlaştırılıyorlar. Dikensiz gül bahçesi yaratmayı esas alan gözaltı, tutuklama ve fişleme saldırıları dur durak bilmeden sürüyor. 12 Eylül askeri faşist darbesinin ürünü olan baskıcı ‘82 anayasası dahi bugün askıya alınarak tümüyle keyfi bir yönetim dayatılıyor. Politik-ekonomik yaşam kararnamelerle yönetilerek, tek adam rejimine geçiş hazırlıkları tamamlanmak isteniyor. Sistemin kriznin çözümü Osmanlı sultanlığına yeniden dönüşte görülüyor. Bunun için, işçiler ve emekçiler yoksulluk ve sefalet içine itilir ve örgütlenmeleri-eylem yapma hakları gasp edilirken, teşvik primi vb. ile sermaye sınırsızca destekleniyor. Osmanlı döneminde olduğu gibi, işçi ve emekçilerin sendikalarda örgütlenmesi ve grev-direniş yapması yasaklanıyor. Sermaye kodamanlarının icazetindeki yasal mevzuatla kuşatılmış, patronun lokavt ilanıyla, Bakanlar Kurulu’nun güvenlik bahanesi-yasağı ile güdükleştirilmiş grev hakkı OHAL rejimiyle tümden yok edildi. Eylem yapmak veya hak aramak, güvenliği tehdit etmek olarak görülerek “yasak” ilan edildi.
15 yıl boyunca ülkeyi ucuz iş gücü cenneti haline getiren AKP iktidar, Suriyeli mültecileri de bu uğurda istismar ediyor. Suriye’ye yönelik aktif rol aldığı saldırganlık ve savaş sonucu topraklarından koparılan 3,5 milyon göçmen, Türkiye’de iş gücü piyasasını genişletmek ve bütün olarak sınıfın patronlara karşı pazarlık gücünü zayıflatma amacıyla kullanılıyor. AKP iktidarı tüm bunlar üzerinden de işbirlikçi tekelci sermaye sınıfının , rüyalarını süsleyen bir sömürü cenneti sunuyor.
Milliyetçiliğin ve dinsel gericiliğin kuşatması altındaki işçi-emekçiler ile yoksul kitleler yeni-Osmanlıcı hayaller, “ecdad”a öykünen “milli hassasiyetler” motifli masallar vb. ile uyutuluyorlar. Milli görüş gömleğini giyenler, kitlelerde Osmanlı’ya dönük gerici özlemler uyandırıyorlar. Ortadoğu’da, özellikle Suriye’de sürdürülen yayılmacı ve saldırgan politikanın neden olduğu yıkımın, sosyal ve ekonomik sorunların Türkiye’deki sarsıcı etkilerinin sonucu gelişen toplumsal tepki bu şekilde kontrol altına alınmaya çalışılıyor. Cihatçı terör çetelerin arka bahçesi olmanın, haksız savaşın, saldırganlığın vs’nin faturasının işçi ve emekçi sınıfının azgınca sömürülmesi ve ağır bir kölelikle ödetildiği bir süreçte, milliyetçi ideolojik bombardımanla karşı karşıya kalınması geleneksel bir devlet çizgisidir.
Bugünlerde Osmanoğulları beyliğinin kurucusu Ertuğrul Gazi, II. Abdülhamit vb. gibi figürleri dillerinden düşürmüyorlar. Her fırsatta bu tarihsel kimlikleri tek adam rejiminin ideolojik-siyasal objeleri haline getirerek, bu arada tarihi, sınıfsal ve grupsal çıkarlarına hizmet edecek şekilde yeniden yazıyor, tarihi çarpıtıyorlar.
Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihi, sonu gelmez sınıf mücadelelerinin tarihidir. Bu “şanlı” tarih Osmanlı hanedanının fethettiği topraklarda ezilen sınıfların artık ürününe, kursağındaki lokmaya varıncaya dek nasıl el konulduğunu, ağır vergilerle dönen çarkları ve nasıl bir zulüm düzeninin hüküm sürdüğünü yazar.
Osmanlı düzenine ve onun 600 yıllık saltanatına özlem duymak işçi sınıfının çıkarları ile taban tabana zıttır. Uluslararası sermayeye göbekten bağlı işbirlikçi tekelci burjuvaziye çekici gelse de boş bir hayalden öteye geçemez. Çünkü tarihin tekerleği tersine çevrilemez. Bu hayaller gericiliğin kötürümleştirdiği kitleleri aldatmanın, gerçeklerin üzerini örtmenin bir aracı olarak yayılmaktadır. Mahkum edildiği yaşam ve çalışma koşulları dikkate alındığında, işçi sınıfının geleceği feodal Osmanlı gericiliğinde değil, emeğin köleliğinin ortadan kaldırıldığı sınıfsız, sömürüsüz bir dünya mücadelesindedir.
Emek-sermaye arasındaki çelişki derinleşirken sömürücülerin sultanlık heveslerinin arka planında, emeğin kuralsızca sömürüsünün önündeki tüm engellerin kaldırılması için demokratik hak ve özgürlüklerin tek adam sultası altında yok edilmesi amacı vardır. Esas olarak burjuva cumhuriyetin kuruluşu ile padişahlık, hilafet ve Osmanlı feodal düzenine ait her türlü ekonomik, sosyal, kültürel işleyiş ortadan kaldırılarak modern kapitalist gelişmenin önü açılmıştır. Türk-Müslüman ticaret burjuvazisi gayri-müslim rakiplerini büyük oranda devre dışı bırakarak bugünün İşbirlikçi Türk tekelci burjuvazisine evrilmiştir. İktidara geçen burjuvazinin karşısında işçi sınıfı siyasal, ekonomik, sosyal tüm haklarını sınıf mücadelesi vererek söküp almıştır. Mevcut kazanımlar modern sınıfların gelişmesiyle oluşan işçi sınıfı eksenli sosyal mücadelenin eseridir.
Dünya ölçeğinde olduğu gibi Türkiye’de de işçi sınıfı tüm haklarını fiili-meşru direnişle, yani mücadeleyle kazanmıştır. 1908’den bugüne hukuksal veya anayasal haklar politik-sınıfsal mücadelenin arkasından tanınmış, sermaye işçi sınıfına taviz vermek zorunda kalmıştır. Emekçilerin eylemini devletin güdümüne alma çabası Osmanlı’dan günümüze aynı sınıf tutumuyla sürdürülmüştür.
AKP iktidarının Osmanlıcı hayallerine sınıf cephesinden verilecek en güçlü yanıt, 1800’lü yıllardan itibaren en basit demokratik hakkı kazanmanın onu fiilen kullanmaktan geçtiğini gösteren işçi ve emekçi sınıfının devrimci tarihinden öğrenerek ayağa kalkmak olacaktır.
Bugün sahip olunan en ufak kırıntı hakka dahi büyük bedeller sayesinde sahip olunmuştur. Buradan olarak anayasa değişiklik paketi referandumuna çeyrek zaman kaldığı bir dönemde, Osmanlı hayallerine geçit vermemek için, geriye değil ileriye yürüyebilmek için sandığa gidelim ve Hayır oyu verelim.
SİNAN CANTÜRK YAZDI